Sayfa 33 -
$ DOLAR → Alış: 35,57 / Satış: 35,71
€ EURO → Alış: 37,00 / Satış: 37,15

Bu bir kavuşulan Aşk öyküsüdür!…

Baha Akıner
Baha Akıner
  • 27.06.2020

Bu bir kavuşulan Aşk öyküsüdür!..

Bu bir hafta sonu yazısıdır…

Tamamen kendimden özgündür…

Olabildiğince kötü geçirdiğimiz,
Geçireceğimiz günlerin ardında – arasında;
Bir nebze de olsa güzellik,
Aşk,
Saf duygular,
Umut,
Sevgi barındırır…

Buyurun,
Çaylar, kahveler müessesemizin ikramıdır…

Keyifle okuna…

Tarih, 3 Haziran 1963…
Yer, Uşak.
Akşam saatleri…

30 yaşındaki Azime KARABULUT,
Uşak Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydi.
Evliydi.
İki çocukları vardı…

Çocukların karnını doyurup uyuttuktan sonra,
Bahçeye çıktı Azime.
Çeşitli kuşların olduğu yörük kilimine bağdaş kurup oturdu.
İçi sıkkındı.
Neden olduğunu bilmiyordu.
Kalktı, kuyudan su çekip çiçeklerini suladı.
Saatler gece yarısını gösteriyordu.
Halâ uykusu yoktu.
Evin salonundaki radyoyu açtı, kanalları değiştiriyordu…

Birden…

Kanallardan birinde bir haber:
Büyük Türk şairi Nâzım HİKMET öldü.
Donup kaldı.
Kendine gelince bahçeye zor attı kendini.
Çocukluğundan beri,
Şiirlerini her yerde arayıp okuduğu büyük şair ölmüştü işte.
Sessizce ağlamaya başladı.
Öksüz kaldığını hissetti.
O anda aklına,
Son dönemlerde sık sık okuduğu,
Korkusuzluğunu Nâzım’a benzettiği bir şairin adı geldi:
Hasan Hüseyin…

Hasan Hüseyin adını ilk,
1959 yılında Dost Dergisi’nin,
Şubat sayısında yer alan “Ağustos Şiiri”nde görmüştü.
Azime o gece;
Ayın ve yıldızların altında,
Hasan Hüseyin ve Nâzım’ın şiirlerini okudu…

Şafak sökmeye başlayınca korku geldi içine;
Ya Nâzım gibi Hasan Hüseyin’i de yok ederlerse,
Ya sustururlarsa?

Birden Ankara’ya gitmeye karar verdi.
Kocası ilköğretim müfettişiydi, evinde değildi.
O kadar kararlıydı ki,
Hasan Hüseyin’i görecekti…

Hiç tanımadığı,
Yüzünü bile görmediği,
Kim olduğunu bilmediği bir şairin elini tutacak,
O’na yalnız olmadığını söyleyecekti…

Bir de merakı vardı;
Kanını tutuşturan sıcaklığı yaratan,
Bu şiirlerin arkasındaki adam kimdi?

Hemen o akşam gidecekti, gitmeliydi, yarın geç olabilirdi.
Çocuklarını yanına aldı.
Trene bindi.
5 Haziran sabahı Ankara’daydı…

Hasan Hüseyin’i nasıl bulacaktı?
İşçi Partisi’nin merkezine gitti.
Tesadüfen şairin arkadaşı Kemâl ÇİFTLER ile tanıştı.
Hasan Hüseyin iki hafta önce Ankara’dan ayrılmıştı.
Ne zaman geleceği de belli değildi.
Azime, tren istasyonunun yolunu tuttu, Uşak’a döndü…

27 Temmuz 1963…
Hasan Hüseyin’den mektup vardı.
“Azime KARABULUT, merhaba!”
Mektup beş sayfaydı.
“Sana ve senin gibi duyup düşünenlere binlerce selam.
Sizlere layık olamamak korkusuyla titrediğimi duyuyorum.
Ah, ne iyisiniz, ne yiğitsiniz sizler…”

Azime şaşkındı.
Hem mektuba,
Hem de coşkun bir sel gibi akan mektuptaki dizelere…

Heyecandan ağladı.
Hemen oturup yanıt yazdı.
Bir de oğlu ve kızıyla çekilmiş fotoğrafı koydu zarfa…

Yanıtı gecikmedi.
Üstelik o da bir fotoğraf göndermişti.
Azime, Hasan Hüseyin’i o fotoğrafta gördü ilk;
Gür beyaz saçları, basık izlenimi veren burnu…
Heyecandan titriyordu.
Yanıtını beklemeden ardı ardına mektuplar yazdı…

Hasan Hüseyin de ilgisiz değildi.
Şairin ikinci mektubu “Sevgili Azime” diye başlıyordu.
Üçüncü mektubunun tarihi 7 Ağustos 1963 idi.
Şair mektubunu saat 03.00’te kaleme almıştı.
Ve mektup, “Benim Azime’m!” diye başlıyordu.

“Seni sevdim, seviyorum.
Seni anlayarak seviyorum.
Bunu bugün söylüyorum sanma.
Ben sevmem böylesi laflar etmeyi.
Hele, hiç sevmem mektup yazmayı.
Seni seviyorum diyorum, anlıyorsun değil mi?
Bu benim için zor bir itiraf…

Sen biraz yarınımsın benim.
Biraz değil yarınımsın Azime.
Sana Azime’m diyorum anlasana!
Seni anlayarak seviyorum Azime.
Düşün ki yüzünü görmedim daha.
Kimseden de sormadım seni.
Seni kendi sözlerinle tanıyorum, bir de yolladığın resimden…
Geç mi kaldık? Yoo… Bu da bizim gerçeğimiz…”

Şairin son mektubundan sonra Azime bir yol ayrımına geldi.
Kaçışı yoktu, koşa koşa polis karakoluna gitti.
Telefon sadece karakolda vardı.
Sesini duymak istiyordu sevdiği adamın…

Akis Dergisi’ni aradı;
Hasan Hüseyin dergide redaktör olarak çalışıyordu.
20 dakika bekledi telefonun bağlanmasını.
Sonunda bağlandı.
Korkuyordu Azime: “Ya sesim çıkmazsa?”
Toparlandı hemen:
-Sonunda konuşuyor muyuz, senin sesin mi bu?
-Evet, benim, ben Hasan Hüseyin KORKMAZGİL.
-BU KADAR SICAK MIYDI SESİN?
Ufak bir kahkaha sesi…

O sıcak gülüş aklını başından aldı Azime’nin.
Ama yine de kontrolü kaybetmek istemiyordu;
Şiirini, yazdıklarını yıllarca izlemek başka,
Giderek sevmek de başkaydı…

Ama evliydi, iki küçük çocuğu vardı ve 30 yaşındaydı.
Hasan Hüseyin, “Atla gel, çocuklarını yanına al gel,
Yeni bir hayat kuralım” diye ısrar ediyordu.
Fısıltıyla “Düşüneceğim” diye telefonu kapattı Azime.
Ter içindeydi.
Bitkindi.
Eve dönerken,
Gömlek cebindeki şairin fotoğrafını çıkarıp baktı.
Ağladı.
Hasan Hüseyin’i sevmekle,
Şimdiye dek sahip olduğu sevgileri yitirecek miydi?

Birkaç gün; Azime ne mektup yazdı, ne telefon etti.
Şair Hasan Hüseyin ise mektup yazmayı sürdürdü.
“Gel” diyordu hep.
“Gel birlikte düşünelim.”
Azime çocuklarını düşünüyordu.
Kocasını düşünüyordu.
Anlayabilecek miydiler bu Aşk’ı?
Kocası, onuruna yedirip de
“Haydi git” diyebilecek miydi?
Ya babalar, anneler, akrabalar…

Göze almak kolay mıydı, çekip gitmeyi?
Günler boyu kendini kırlara attı.
Deliler gibi dolaştı akarsu kıyılarında, pınar başlarında.
Ürpererek uyandığı rüyalar gördü.
Artık dayanamıyordu.
Kararını önce ailesine açmaya karar verdi.
Kardeşleri ilkokul öğretmenleri Necati, Ömer, Mustafa,
Ne olursa olsun yanında olduklarını söylediler.
Babası pek sesini çıkarmadı.
Annesi, “İnsanın başına kar da yağar, boran da savrulur” dedi.
Yüreklendi.
Hemen koşup telgraf çekti sevdiğine:
“Geliyoruz!”…

17 Ağustos 1963.
Ankara Tren İstasyonu.
Azime’nin kalbi duracak gibi.
Annelerinin içindeki yangından habersiz çocuklar,
Yine Ankara’ya geldikleri için sevinçliydiler.
Tren istasyona girdi.
Azime’nin yüreği kıpır kıpır;
Şiir ile başlayıp mektupla devam eden bir sevdanın,
Peşinden koşup Ankara’ya geldiğine inanamıyordu.
Üstelik daha yüzünü bile görmemişti sevdiceğinin…

İşte gördü onu Azime;
Gri kabarık saçları,
Genç enerjik yüzlü,
İnce bedenli bir adam telaşla tren vagonlarına bakıyor.
Emindi, “Kesin bu o” dedi içinden.
El sallarken, utanarak seyretti Aşk’ını…

İnce, dal gibi boylu boslu bir adamdı Hasan Hüseyin…

Azime telaşlıydı, bu kez iki elini de sallamaya başladı.
Hah, o da gördü işte.
Göz göze geldiler.
Tren istasyonunun lokantasına oturdular.
Çocuklar kendi aralarında oynuyordu.
Utana sıkıla sohbet etmeye başladılar.
Gün boyu Ankara’yı gezdiler sonra.
Akşama, Azime çocuklarla Ulus’taki Buhara Otel’e yerleşti.
Sohbetleri sabaha kadar otel lobisinde de sürdü.
Ertesi gün yine buluştular.
Azime henüz eşinden ayrılmadığı için,
O ilk ziyarette Hasan Hüseyin’in elini bile tutmadı.
Birkaç gün sonra Uşak’a döndü…

Okuldaki görevini sürdürdü.
Bu arada zor bir süreç sonunda eşinden boşandı.
Sadece evinde değil, Uşak’ta da sorunlar çıktı…

Edebiyat öğretmeninin bir solcu şaire aşık olması,
Halk arasında yer yer öfkeli çıkışlara neden oldu…

O, Aşk’ının arkasında hep dimdik durdu.
Uşak’ta sorunlarla boğuşurken,
10 Haziran 1964 günü hayatını değiştirecek teklifi aldı.
Hasan Hüseyin evlilik teklif etti…

Aynı gece çocuklarla yine Ankara’nın yolunu tuttu.
11 Haziran’da Altındağ Evlendirme Memurluğu’nda evlendiler…

Törende sadece beş arkadaşları vardı.
Azime çocuklarını alıp Ankara’ya yerleşti…

Bir yıl sonra, 1965’te oğulları Temmuz doğdu.
Ve Azime, eşi Hasan Hüseyin
Çocukları Ufuk, Barış ve Temmuz ile
Kirletilmemiş mutlu bir hayat yaşadılar…

1983 yılında, evinde çalışırken beyin kanaması geçirdi…
6 ay hastanede,
6 ay evde yoğun bakımda kaldı…

Hayatının Aşk’ı, eşi Azime KORKMAZGİL,
Bir gün bile kocasının başından ayrılmadı…
Ancak kurtarılamadı Hasan Hüseyin…

Ve Hasan Hüseyin ile Azime’nin Aşk’ı sonsuza kadar sürdü…

Bu bir Hasan Hüseyin KORKMAZGİL ile
Öğretmen eşi Azime KORMAZGİL’in Aşk hikâyesidir…

Bu bir hafta sonu yazısıdır…

Tamamen kendimden özgündür…

Bolca Sevgi ve Umut barındırır…

Öyle okuna…

YAZARIN SON YAZILARI
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAZ